Erken Menopoz ve Genetik Faktör Yutturmacası

Erken Menopoz ve Genetik Faktör

Kasım 2012’nin son haftasında, bir günlük gazetede ünlü(!) hocalarımızdan birisiyle yapılmış tam sayfa röportaj yayınlandı. Ünlü hocamızın parlak kariyerinden,başarılı çalışmalarından falan dem vuruluyordu. Konu ise; kadınlarda menopoz yaşının28’e inmesi ve erkeklerde de erken yaşlarda erkeklikten kesilme(antropoz) ile ilgiliydi.

Ünlü hoca ; Son 10 yılda erken menopoz ve erkeklerde sperm azalması neredeyse iki katına çıktı ve tehlikeli bir şekilde ilerlemeye devam ediyor,bu durum, kemik erimesi,kanser ve depresyon için risk oluşturuyor, diyor.Buraya kadar anormal bir şey yok,ancak sebeplerine gelince; genetik faktörlerin ön plana çıktığını söylemiş ve çare olarak da hormonal tedavi önermiş.Kendisi son 10 yılı örnek vermiş, biz aşağıda son 100 yıldan bahsedeceğiz genetik değerlendirme için. Genetik değişimlerden bahsedebilmek için milyonlarca yıldan bahsetmek gerekir.

Son 2 ayda,bu konularla ilgili,değişik görsel ve yazılı basın organında birçok otorite(!) konuştu. 

Erken Menopoz ve Antropozda ''Genetik Faktör''

1960 yılında Almanya’da VKİ(vücud kitle indeksi) ortalaması 21 iken, 2000 yılında 26 olmuş ve Dünya Sağlık Örgütü’nün hesaplamalarına göre önümüzdeki 40 yıl içinde de 30’u aşması bekleniyor. Yani Almanların yarısından fazlasının obez olacağına işaret ediliyor.

1990 yılında ABD’de obez oranı iken, 2000 yılında %25, 2010 yılında da %40 olmuş.

Türkiye’de ise durum hiç de iç açıcı değil. 2010 yılında ülkemizde erkeklerde aşırı kilolu ve obezlerin oranı %63, kadınlarda ise %58’dir. Yani dünya ortalamasının üzerindeyiz.

WHO(Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre kadınlarda menopoz yaşı son 60 yılda 55’ten aşağıya doğru inmeye başlamış ve halen inmeye devam ediyor. Antropoz denilen( sperm azalması veya kesilmesi ile birlikte seyreden hadiseler zinciri) metabolik olay da ise durum tam anlaşılamamıştır.Çünkü 60 yıl önce böyle bir kavram ortada yoktu. 80’li-90’lı yaşlarda bile erkeklerin cinsel fonksiyonları aktifdi. Günümüzde ise 40’lı yaşlarda erkeklerin büyük çoğunluğunda cinsel yetersizlik görülmeye başladı.

İşte, tüm dünyada ,erkek ve kadınlarda , özellikle son yarım asırda büyük ve önemli bir problem haline gelen bu hormonal bozukluğu genetik faktöre bağlama kolaycılığından önce, dünyada son yarım asırda metabolizmamızı etkileyebilecek ne gibi gelişmeler ve değişmeler olmuş ona bakmamız lazım. Çünkü biz bu dünyadaki O2’yi soluyoruz,besinleri,ilaçları alıyoruz. Bunlarla ya sağlıklı kalıyoruz veya sağlıksız hale geliyoruz. Hal böyle iken,yani beslenme ile metabolizma arasındaki ilişki çok açık ve net bir şekilde bütün dünyaca kabul edilmiş iken, genetik faktörden bahsetmek ipe un sermektir veya konuşanın kendi rantını devam ettirmek için meselenin uzağında durmayı tercih etmesidir.

Problem sadece erkek veya kadında basit bir hormonal bozukluk olarak görülmemelidir,çünkü beraberinde getirdiği KISIRLIK gibi dev gibi bir hastalık vardır. Ülkemizde 1975 yılında %2 olan kısırlık oranı 2012’de %25’e çıkmış durumdadır.Neredeyse her 4 kişiden 1’i kısırlaşmış denilebilir.

Şimdi; son yarım asırda dünyada, gıdalar,beslenme şekilleri ve çevre faktörleri açısından nelerin değiştiğini ele alalım ve meselenin kökenine inmeye çalışalım.Sebebe ulaşılırsa çarelere ulaşmak da mümkün olabilir.

Bu konuda dünyadaki değişimleri şöyle sıralayabiliriz;

  • Tarımda kullanılan tohum ve gübrelerin doğallıktan sun’i liğe kayması, kimyasal ilaçlarla bağ,bahçe ve tarlalarda ki ekolojik dengenin bozulması,hormonlu ve zamansız(seracılık) tarımın yaygınlaşması,
  • Rafinaj sistemleri ile un,tuz şeker,yağ gibi birçok ana gıdamızın içeriklerinin ve doğal yapılarının bozulması,kaybolması,
  • Hemen hemen bütün ürünlerin, zararlı katkı maddeleri ilavesiyle, raf ömürlerinin uzatılması, fakat bu işlemler esnasında ürünlerin liflerinden,minerallerinden ve probiyotik özelliklerinden de arındırılması,
  • Yanlış(karbonhidrat ve hazır gıda ağırlıklı),hızlı(fastfood) ve düzensiz beslenmenin yaygınlaşması,
  • İlaç firmalarının teşvik ve körüklemesi(bazı hekimlerin de buna alet olmasıyla)ile ilaç kullanımının aşırılaşması,
  • İnsanların ev ve iş hayatı boyunca daha fazla kapalı ortamlarda kalmaya başlaması ve dolayısıyla daha az O2 ve daha kirli hava solumaları,
  • Gelişmiş teknoloji ve refah seviyesinin artması ile birlikte gelen hareketsizlik,tembellik ve kolaycılık,
  • Alkol ve diğer zararlı madde tüketimlerinin hızla ilerlemesi,
  • İnsanların daha maddiyatcı hale gelmesi,bunun karşılığında oluşan manevi buhran, inançsızlık,tatminsizlik v.s. gibi sebeplerle gelişen depressif hastalıkların çoğalması.
  • Bütün bu faktörlerin hepsiyle ilgili olan METABOLİK SENDROM’un çoğalması(Türkiye’de bugün için nüfusun yarısı metabolik sendrom hastasıdır.)

Metabolik sendrom; obesite,diyabet,kalp ve damar hastalıkları,hipertansiyon gibi belli başlı hastalıklarla karakterize bir tablodur.

1940’lı yıllarda dünyada sentetik madde sayısı 80 bin iken,bu rakam her yıl ortalama 1500 adet artarak çoğalmaya devam etmektedir. Sebze,meyve, rafine ürünler,hazır gıdalar ve ilaçlarla hergün vücudumuza zehirli veya zararlı kimyasalları almaya,bağışıklık sistemimizi çökertmeye ve metabolizmamızı bozmaya devam etmekteyiz.İnsanlar genç yaşlarında diyabetli,hipertansiyonlu,prostat hipertrofili olmayı kabullenmişler ve sanki normal hayatın bir parçasıymış gibi birbirleriyle paylaşır hale gelmişlerdir,tabii ki,paylaşamadıkları (bu yaşlarda olmaması gereken) özel problemleri de(cinsellikle ilgili) kendilerinde kalmaktadır.

Zamanımızda gıdaların,maalesef,bu hale gelmesi,bununla birlikte dengesiz , hızlı ve aşırı karbonhirat içerikli beslenme ile vücudumuzda İNSÜLİN DİRENCİ denilen bir olay gelişmekte ve tüm metabolizmamız alt üst olarak hayatımız için çok ciddi riskler oluşmaktadır.Bağışıklık sisteminin zedelenmesi,cinsiyet hormonlarının ve antistres hormonlarının baskılanması,sindirim hormonlarının bozulması,karbonhidrat,yağ ve protein metabolizmasının bozulması gibi birçok metabolik bozukluk sonucunda,diyabet,hipertansiyon, kalp hastalığı,damar sertliği,saç dökülmesi,ERKEN MENOPOZ,İKTİDARSIZLIK,mide-barsak rahatsızlığı,prostat hastalığı,depresyon,karaciğer yağlanması,allerji ve astım,uyku bozukluğu,eklem rahatsızlıkları v.b meydana gelmektedir.

Yüksek insülin seviyesi ve daha sonra gelişen insülin direnci sebebiyle DHEA denilen hem erkeklik hem de dişilik hormonlarının birincil yapı maddesinin salgılanması azalır.Dolayısıyla insülin direncini ortadan kaldıran Metabolic Balance sayesinde, hormon ilacı kullanan kadınların %80'ninde ilaç ihtiyacı ortadan kalkar ve şikayetleri düzelir.Antrpoza girdiği söylenen erkeklerde de yine metabolic balance sayesinde cinsel fonksiyonlarda büyük ölçüde düzelme olmaktadır.

Tıp camiasında(özellikle yetkili kişi,kuruluş ve otoritelerde) bu konularla ilgili büyük bir aymazlık ve ilgisizlik görülmektedir. Gerek yapılması icap eden kanuni düzenlemeler,gerekse

Halkın eğitimi ve bilinçlendirilmesi çok yetersizdir.Tıp fakülteleri ve ilgili meslek odaları, neredeyse, bu konuların dışında olup, genel olarak hekimlerimizin koruyucu hekimliğe ilgi ve merakları yoktur.Fakat metabolizmayı alt üst eden diyet programları ve sakıncalı birçok preparat(bitkisel veya kimyasal) adeta havada uçuşmaktadır.

Metabolizmayı kendi doğal dengesine getiren,doğru ve sağlıklı beslenme programları ile hem kadınların,hem de erkeklerin cinsel problemleri çözülebilir,önemli olan doğru adresi bulabilmektir. Doğru ve sağlıklı beslenme programları ile tüm vücud fonksiyonları düzene girebilir,insanlar yıllarca ağır baskı ve tahribatlarına maruz kaldıkları şeker,tansiyon,kolesterol,depresyon,hazımsızlık,hormon v.s. ilaçlarından da kurtulabilirler.